İKİ KERE ŞEHÎD OLAN SAHABE NEVFEL (R.A.)                         

Nevfel (r.a.) soluk soluğa eve koştu. İki oğlunu ve hanımını alıp geldi.
Efendimizin (s.a.v.) huzuruna çıktı:
“Ya rasulallah! Bir dua etsem âmin der misiniz?”
Peygamber Efendimiz (sav.) tebessüm buyurdu.
Nevfel büyük bir aşkla ellerini açtı :
“Ya rabbi,  Nevfel kulunu şehit eyle, çocuklarını yetim, hanımını dul bırak!..”
Bu içli niyaza hanımı ve çocukları da amin, dediler.  Nevfel  Uhut’ta şehit oldu.
Kâfirler mübarek cesedini parçaladı, tanınmaz hâle soktular. 
   Hz. Ali (r.a.) anlatır:
“Gazadan sonra Medine’ye dönüyorduk. Şehre yaklaşınca kadınlar ve çocuklar bizi karşılamaya çıktılar.
Allah-ü Teâlâ’nın takdirine razıydılar ama yine de bir ümit, bir merak…
Eşleri, oğulları, babaları dönecek mi bilmiyorlar. Nitekim Nevfel (r.a.)’ın hanımı, çocukları ve ihtiyar anası da önümüze durdular. Büyük bir muhabbetle: “Gazanız mübarek olsun ya rasulallah!” dediler.
Sonra Nevfel’i sordular. Efendimizin (s.a.v.) güzel gözleri nemlendi. 
    “O şehit oldu” diyemedi. Elleriyle arka tarafı işaret edip yürüdüler.
Efendimizin (s.a.v.) ardından
Hz. Ömer (r.a.) ve Ammar’la birlikte geliyorduk. Nevfel’in hanımı ve çocukları bu kez bize yöneldiler.
Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) vermediği bir haberi biz nasıl verebiliriz?
Aynen onu yaptığı gibi yaptık, elimizle arkayı işaret ettik.
Kafilenin sonunda Ebubekir Sıddık geliyordu. Yanında Muaz bin Cebel, üç beş adım gerisinde de Zübeyir bin Avvam. Gerçekten çok zor durumdaydı.
Onun “arkada” işareti yapmak gibi bir şansı kalmamıştı. Hz. Ebubekir’in ıstırabını anlayabiliyorduk.
Hem doğru konuşmak isterdi hem de rasulullah gibi davranmayı arzulardı. Efendimize (s.a.v.) uymamaktan hepimiz korkardık ama o daha çok korkardı.
Peki yalan? 
   Hayır, hayır böyle bir şeyi hiç yapmadı ve yapmazdı.
Nevfel`in (r.a.) anası, hanımı ve çocukları Sıddık’ı çevirip halkaladı.
Her biri ayrı tonda:
  “Nevfel’e ne oldu?” diye sormaya başladılar.
Ne söylenebilir ki? Sıkıntıya bak!
Hz. Ebubekir gözlerini yumdu ve inlercesine haykırdı.
“Ya Allah! Ya Nevfel!” 
   Donduk kaldık.
Nasıl bir sessizlik kapladı ortalığı anlatamam. Birden ovayı bir nal sesi doldurdu.
Uzaklardan bir toz bulutu kalktı.
Yayından fırlatılmış bir ok gibi hızla koşan bir at yıldırım hızıyla yaklaştı.
Süvari dizginleri çekip sordu:
“Buyur ya Sıddık!” 
   Yüzünden peçesini çıkarıp attı.
Aman Allah’ım gelen Hz. Nevfel’di. Daha genç, daha taze, daha nurlu, hem kanlı hem de canlı…
Biraz evvel onu elbiseleriyle gömmedik mi? Üstüne toprak atmadık mı?
Müminler henüz hadisenin şaşkınlığını yaşarken
Cebrail (a.s.) göründü. Efendimize:
   “Ya rasulallah! Hak Teâlâ’nın selamı var. Buyurdular ki eğer Hz. Ebubekir bir kere daha Allah deseydi şanım hakkı için bütün şehitleri diriltirdim.
Çünkü Ebubekir kulum cahiliyye devrinde bile yalan söylemedi.”
Hz. Nevfel bundan sonra yıllarca yaşadı.
Nihayet duası kabul oldu ve Yemâme harbinde umduğuna kavuştu,  şehadet şerbetini tekrar yudumladı.
Kaynak:
İbn Hacer, el-İṣâbe, III, 577.
Köksal, İslâm Tarihi (Medine), II, 180.
Allah onlardan râzı olsun,  bizleri onların yolundan ayırmasın. ÂMÎN.

"Sâhil-i selâmet olan Dârüsselâma Ümmet-i Muhammedi'yeyi (a.s.m.) çıkaran bir Sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz."

TPL_BACKTOTOP