بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

 اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ

TAKDİM

Evvela: Nev-i beşeri, şecere-i hilkatin en câmi’ ve en kıymetdar bir meyvesi olarak halkeden; onu kendisine en şuurlu ve küllî bir muhatab kabul eden; rububiyet-i mutlakasına karşı namaz gibi bir ubudiyet-i küllîye ile mukabele edecek bir vazife-i fıtrat için onu bu âleme gönderen; Kur’an gibi bir Ferman-ı Ahkem ve Resul-i Ekrem (asm) gibi bir Üstad-ı Küll’ün irşad ve ta’limi ile onu insaniyetin evc-i kemalatına uruc ettiren Rabb-i Rahîm’imize hadsiz hamd u sena olsun. Nev-i beşerin, belki kâinatın medar-ı fahri olan Hazret-i Muhammed (asm)’a ve O’nun âl ve ashabına nihayetsiz salât u selam olsun.

Saniyen: Şerh ve izahına inayet-i Rahman ile muvaffak olduğumuz şu Dokuzuncu Söz, mana ve esrar, ulûm ve hakaik cihetiyle Risale-i Nur’un en câmi’ eserlerinden birisidir. Hem bu eser, evvel-i hilkat-i âlemden ta kıyamete, ta haşrin son safhasına kadar olan zaman mefhumunun, yirmi dört saat denilen bir zaman dilimi içinde dâhil olduğunu; tabir-i diğerle yirmi dört saatten ibaret olan bir günün, bütün zamanların hulasası olduğunu beyan eden; dolayısıyla zaman itibariyle bütün âlemin hakikatini hall ve keşfeden ve bunu, hem naklî, hem de aklî delillerle izah ve isbat eden bir şah-eserdir.

Salisen: Şerh ve izah ettiğimiz “Dokuzuncu Söz”, namazın beş vakte hikmet-i tahsisini, beş nükte içinde öyle bir surette izah ve isbat etmiştir ki; akl-ı beşer, bu isbat karşısında hayran olur, aciz kalır. Zamanın hakikatini çözmeyen; zamanın fevkine çıkmayan; evkât-ı salatta tecellî eden celallî, cemallî ve kemallî esmanın tecelliyatına mazhar olmayan; Mi’rac-ı Ekber’in gölgesinde namaz vasıtasıyla urûc ederek âlem-i imkân ve âlem-i vücûbu akıl ve kalb ile keşfetmeyen ve namaz merdiveniyle huzur-u İlahiye terakki edip tecelliyat-ı Zatiye ile müşerref olmayan bir zat, elbette bu gayet esrarlı, derin ve dakik hakaiki ilmen izah ve isbat edemez.

İşte Müellif-i Muhterem (ra), bütün bu merâtib ve makâmattan geçerek, keşfen gördüğünü ilmen isbat etmek suretiyle bu câmi’ eserini kaleme almıştır.

Rabian: Müellif (ra), bu eserini, Beş Nükte’de ele almıştır. Şimdi o nüktelerin muhteviyatını kısaca hulasa edeceğiz:

Birinci Nükte’de; namazın manasını gayet veciz bir ifade ile ta’rif etmiştir.

İkinci Nükte’de; ibadetin manası; abdin mahiyeti; abd için ibadetin lüzûmu; mahiyeti acz, fakr, naks ve kusurla yoğrulmuş olan insanın, ibadet ve namaz vasıtasıyla tecelliyat-ı celaliye, cemaliye ve kemaliyeye mazhar olduğunu; mahiyetinde dercedilen bütün alat ve cihazatın, bütün havas ve letaifin, ibadet, bahusus namaz ile inkişaf ettiğini; her birinin terakki ederek evc-i kemalata çıktığını; böylece insan-ı kâmil ismine layık bir makam ihraz ettiğini; şayet kabiliyet ve liyakat varsa, daha fazla terakki edip neticede tecelliyat-ı Zatiye’ye nail olacağını izah ve ifade buyurmuştur.

Üçüncü Nükte’de; insanın maddeten ve manen şu kâinatın misal-i musağğarı olduğunu; Fatiha-i Şerife’nin, şu Kur’an-ı Azimuşşan’ın bir timsal-i münevveri olduğunu; namazın dahi bütün ibadatın envaını şamil ve bütün mahlûkatın aksam-ı ibadatını câmi’ bir fihriste-i nuraniye ve bir harita-i kudsiye olduğunu gayet veciz bir ifade ile beyan buyurmuştur. Bu Üçüncü Nükte, adeta bütün ulûm ve fünûnun bir hulasası hükmünde dakik ve esrarlı bir ders-i Kur’anîdir.

Dördüncü ve Beşinci Nükte’lerde; zaman itibariyle bir günün; gün, sene, tabakat-ı ömr-ü insan, edvar-ı ömr-ü âlem itibariyle nasıl bütün zamanların bir hulasası olduğunu gayet ehemmiyetli bir temsil ile tavzih ediyor.

Hem şu ser-gerdan Küre-i Arz’da tavattun eden insan, mahiyeti itibariyle gayet derecede acz, fakr, naks ve kusurla yoğrulmuş; nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve hadsiz telezzüzat ve emellere meftun bir vaziyette olduğu halde, akıl, kalb ve ruh gibi yüksek havas ve letaif, ona gayet yüksek maksadları ve baki meyveleri gösteriyor. Hâlbuki dar-ı imtihan olan şu fani âlem ise; onun hiçbir makasıd ve metalibini te’min edebileceği bir mahal olmadığına; mütemadiyen gelenlerin gitmesi, gençlerin ihtiyarlaşması, umum mevcudatta hüküm-ferma olan zeval ve firakın hâkim olması şehadet eder.

İşte bu mahiyette yaratılan insan, şu vaziyette halkedilen bir meskende, her gün binlerce keşmekeş ve elemlerin, dert ve sıkıntıların hâkim olduğu bir âlemde; elbette ve elbette bir teneffüs, bir rahatlık, bir manevî huzur temenni ve tazarru edecektir. Bu ise, ancak kalb ve ruhun nur ve marifeti, sürur ve saadeti, zevk ve lezzeti olan namaz ve ibadetle mümkündür ve bununla ancak o yüksek arzulara ulaşılabilir.

Demek bu manada kulun hakiki vazifesi, bu Dokuzuncu Söz’de izah edildiği gibi bir namaz kılmaktır.

Cenab-ı Hak, bu eserden hakkıyla istifade etmeyi ve böyle bir namazı kılmayı bizlere nasib ve müyesser buyursun. Bu eserimizi, fütuhat-ı İslamiyeye vesile kılsın. Âmîn.

وَمِنَ اللّٰهِ التَّوْف۪يقُ وَالْهِدَايَةُ

Satın Almak İçin : Heybil.com

"Sâhil-i selâmet olan Dârüsselâma Ümmet-i Muhammedi'yeyi (a.s.m.) çıkaran bir Sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz."

TPL_BACKTOTOP